Kadınların yazıdan dışlanışının tarihi, yazı kadar eski. Neden ‘iyi’ eğitim almış kadınlar ‘iyi’ edebiyat eserleri sunabilmişken, bazı kadınların yazma şansları bile olmadı?
* * *
Abdulhalim Karaosmanoğlu Evrensel Kültür için kaleme aldığı yazısında (Kadınların yazıdan dışlanışının tarihi ve gerekçeleri) kadınların yazından dışlanışını tarihsel bağlamda araştırırken, kadınların edebiyatta varlığını artırarak sürdürmeleri için de çözüm önerileri sunuyor.
Niçin Yazamıyorum?
Kadınların Yazıdan Dışlanışının Tarihi ve Gerekçeleri
Ma. Abdulhalim Karaosmanoğlu
Kadınların yazıdan dışlanışının tarihi, yazı kadar eski. Belki hemen bu noktada Hamurabi’nin vahşet dolu yasalarını irdeleyebiliriz ya da militarizmin en saf hali Gılgamış Destanı’nı. İlk yazılı metinlere dair bilmediğimiz pek çok gizem var. Ama sanıyorum ki hepimizin sezgilerimiz yoluyla emin olduğu bir şey de var; bu metinlerin hiçbiri kadınlar tarafından ya da onların ağızlarından yazılmadılar.
Bu durum binlerce yıl boyunca bu şekilde süregeldi. Hatta şu an yirmi birinci yüzyıl yazınında dahi, kadınların edebiyattaki yerlerinin ne olduğunu, neresinde durduklarını tartışabiliyoruz.
Makalede yanıt aramaya çalışacağım en temel soru şu olacak: Neden ‘iyi’ eğitim almış kadınlar ‘iyi’ edebiyat eserleri sunabilmişken, bazı kadınların yazma şansları bile olmadı?
Okuryazarlık, çok uzun bir dönemden beri neredeyse bütün ulus-devletlerin önemsedikleri bir politika. Birleşmiş Milletler tarafından da temel bir hak olarak görülen okuryazarlık, nasıl oluyor da okumayı ve yazmayı öğrenme eylemi ile sınırlandırılabiliyor? Okumayı öğrenmekle okur, yazmayı öğrenmekle de yazar olunmadığını hepimiz biliyoruz.
BM okuryazarlık verileri, dünya genelinde eğitim düzeyinin ölçümü açısından önemli bir göstergedir. BM'nin sağladığı istatistiklere göre, hala dünya genelinde yaklaşık olarak 750 milyon yetişkin okuma ve yazma becerilerinden yoksundur. Bu da nüfusun %10'una denk gelmektedir. Okuryazarlık oranları cinsiyet, coğrafi konum ve ekonomik koşullar gibi faktörlere bağlı olarak değişiklik göstermektedir. Kadınlar, kırsal bölgelerde yaşayanlar ve düşük gelirli toplumlar, genellikle daha düşük okuryazarlık seviyelerine sahiptir. BM'nin kadın okuryazarlık verilerine baktığımızda ise ne yazık ki, dünya genelinde hala kadınların okuryazarlık konusunda bazı zorluklarla karşılaştığını görürüz. BM verilerine göre, yaklaşık olarak 500 milyon kadın düşük okuryazarlık seviyelerine sahiptir. Bu, dünya genelinde yetişkin kadın nüfusunun yaklaşık %17'sine denk gelmektedir. Kadınların okuryazarlık düzeyleri, coğrafi konum, toplumsal normlar, kültürel engeller ve ekonomik faktörler gibi birçok etkene bağlı olarak değişmektedir. Özellikle kırsal bölgelerde, kadınların okuryazarlık fırsatlarına erişimi daha kısıtlı olabilmektedir. Bununla birlikte, eğitim fırsatlarının artması, kadınların toplumdaki rolünün güçlenmesine ve ekonomik bağımsızlıklarının artmasına katkıda bulunmaktadır.
İşte tam da bu noktada eğitimin ve eğitim kalitesinin edebiyat ile doğrudan ilişik olduğunu görebilmemiz mümkün. Genel olarak eğitim kalitesi, öğrencilerin aldığı eğitimin etkinliği, öğretim programlarının uygulanması, öğretmen kalitesi, fiziksel olanaklar ve kaynaklar, öğrenci başarısı gibi birçok faktörün bir araya gelmesiyle değerlendirilmektedir.
Bazı ülkeler, nitelikli öğretmenler, iyi donanımlı okullar ve güncel müfredatlara sahipken, diğerleri değildir. Yeterli kaynaklara sahip olmayan bir okulda –örneğin temel edebi eserlerin bulunmadığı bir kütüphane; ya da kütüphanesi dahi olmayan bir okulda- öğrencilerin okuma alışkanlığını kazanmasını beklemek; okuma alışkanlığını kazanamamış bu bireylerin yazmasını, üstelik de ‘iyi’ edebiyat eserleri yaratmasını beklemek, ancak çok steril bir zihniyete sahip olmakla mümkün olabilir. Tabii bu noktada bütün kız çocuklarının da en temel hakları olan eğitim haklarından hiçbir şekilde mahrum kalmadıkları varsayımında bulunmuş oluyoruz ki, bu da gerçeklikten çok ama çok uzak bir söylem. Awen gibi çeşitli sivil toplum kuruluşları, kız çocuklarının eğitime erişimini teşvik etmek ve eğitim kalitesini artırmak için çeşitli programlar ve politikalar yürütmektedir. Ancak, bazı bölgelerde ve kırsal alanlarda hala kız çocuklarının eğitime erişimi sınırlı olabilmektedir. Coğrafi faktörler, toplumsal normlar, ailelerin ekonomik durumu gibi etmenler, kız çocuklarının okula gitmesini zorlaştırabilmektedir. Ayrıca, erken evlilikler, çocuk işçiliği ve göç gibi zorluklar da kız çocuklarının eğitimine engel oluşturabilmektedir.
Eğitime ilişkin bu sorun yalnızca ilköğrenimle de sınırlı değil. Zorunlu eğitim döneminde yapılması gerekenlerin dışında, eksikliğini duyduğum bir konu daha var. Bugün gerek ülkemizde, gerekse dünyanın diğer ülkelerinde yabancı dillerin ve edebiyatlarının detaylıca çalışıldığı yükseköğrenim programları varken, kadınlığın ortak dilinin ve edebiyatının çalışılabileceği ve dolayısıyla yazılı edebiyata katkı sağlanabileceği Kadın Dili ve Edebiyatı bölümüne duyduğumuz ihtiyaç.
Dünya genelinde birçok üniversitede ve yükseköğretim kurumunda "Kadın Dili ve Edebiyatı" veya benzeri adlar altında programlar bulunmaktadır. Bu programlar, kadınların edebiyattaki ve dilbilimdeki rolünü incelemek, kadın yazarların eserlerini analiz etmek, cinsiyetçilikle mücadele etmek ve cinsiyet perspektifini edebi çalışmalara entegre etmek gibi konuları kapsar. Bu programlar, öğrencilere cinsiyet eşitliği, feminizm ve kadın hareketleri hakkında farkındalık kazandırırken, kadınların seslerini duyurdukları edebi eserlere daha yakından bakma fırsatı sunar.
Kadınlığın ortak dili, tıpkı başlı başına bir dil gibi, bir İngilizce ve hatta Arapça kadar kompleks ve incelenilesi bir dil. Tanıdığımız bir yazarın yazdığı metni okuduğumuzda, kim tarafından yazıldığını nasıl anlayabiliyorsak ya da bir eserin aslının hangi dilde yazılmış olduğu konusunda bir tahmin yürütebiliyorsak, yine aynı şekilde bir metnin kadın tarafından yazıldığını, metindeki dişiliği, hatta dişil dehayı fark edebiliyoruz.
Peki, kadın yazarsa, erkek okur mu? Yazılanı ‘okumaya değer’ bulur mu? Ya da kadının yaşadığı acılara tanık olur mu? Yoksa bunu arabesk mi bulur? Hatta bunu da mı romantik bulur?
Kadınların yazdıklarının küçümsenmesi geleneği, kadının yazmaya başlamasıyla başlıyor ve ne yazık ki bugün bile sona ermiyor. Günümüzde, özellikle popüler kültür ürünleri veren kadın yazarlara karşı bir saldırı var. Hatta çok ilginçtir ki bu saldırı popüler kültür yazarı sayılabilecek erkek yazarlardan bile gelebiliyor.
Kadın meselesinin edebiyat üzerinden tartışılmaya başlanması ikinci dalganın bayrağını taşıyan Simeone De Beauvoir ve kız kardeşlerinin feminist edebiyat eleştirisi üzerine eğilmesiyle başladı diyebiliriz.
Maggie Humm’un Feminist Edebiyat Eleştirisi adlı eserinde bu kadınlara ayırdığı özel bir bölüm mevcut. Humm, de Beauvoir’ın The Second Sex ve Kate Millet’ın Sexual Politics’inde bu iki yazarın edebiyatın aile kadar önemli bir ataerkil güç olduğu konusunda ısrar ettiğini belirtip devam eder; erkekler kadınların bağımlılığını oluşturabilmek için önce onları mit ya da edebiyatta temsil etmek zorundadırlar, Beauvoir’ın edebiyat eleştirisini feminizm için hayati kılan da budur ve ayrıca Humm feminist edebiyat eleştirisinin geleneksel edebiyatın erkek duygu ve korkularını temsil ettiğini vurguladığını söyler.
Feminist Edebiyat Eleştirisinin varolması ile birlikte, ataerkiye ilişkin pek çok saptama yapılabilmesi imkanı oluşmuştur. Mitlerden masallara, politik ideolojilerden psikanalize ve hatta teolojiden bilim kitaplarına kadar, pek çok eser yeniden okuma tekniği ile tek tek incelenmiş, ve her biri kendi alanında büyük öneme sahip olan bu eserlerin aslında nasıl da cinsiyetçi bir söyleme sahip oldukları da bu sayede ortaya çıkabilmiştir.
Humm’un adı geçen önemli eserinde özel bir bölüm ayırdığı bir başka konu da Fransız Feminist Eleştirisi. Fakat ben bu konuda daha çok üç düşünür Kristeva, Irigaray, Cixous üzerinden ilerlemeyi tercih ediyorum.
Julia Kristeva, Luce Irigaray ve Hélène Cixous, 20. yüzyılın önemli feminist düşünürleri olarak kabul edilirler ve feminist teorinin gelişimine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Bu üç düşünür de, cinsiyet ve dil arasındaki ilişkiyi merkeze alan çalışmalar yapmışlardır. Dilin, toplumsal cinsiyet normlarının ve cinsiyet kimliklerinin oluşumunda etkili olduğunu savunmuşlardır. Dilin erkek egemenliği ve cinsiyetçi yapılar tarafından nasıl şekillendirildiği konularında önemli eleştiriler getirmişlerdir. Bu düşünürler, kadınların kendi deneyimlerini ifade etme ve seslerini duyurma hakkına vurgu yapmışlardır. Kadınların dil ve yazı aracılığıyla kendi kimliklerini ifade etmelerini teşvik etmişlerdir. Cixous, “écriture féminine” (kadınsı yazı) kavramını ortaya atmış ve kadınların geleneksel dil ve yazı normlarına karşı alternatif bir yazma tarzı geliştirebileceğini öne sürmüştür. Kristeva, Irigaray ve Cixous, beden ve cinsellik konularına da odaklanmışlardır. Bedenin toplumsal cinsiyet üzerindeki etkilerini ve cinsel kimliklerin oluşumunu ele almışlardır. Ayrıca, cinsel kimliklerin ve cinsel arzunun dil ve yazıyla nasıl ilişkili olduğunu incelemişlerdir. Bu düşünürler, psikanalitik teori ve edebiyat arasındaki ilişkiye önem vermişlerdir. Psikanalizin cinsiyet, bilinçdışı ve dil gibi konuları nasıl açıkladığını incelemişlerdir. Aynı zamanda edebi metinlerin cinsiyet ve kimlik konularını nasıl tartıştığını analiz etmişler ve edebiyatın feminizm için bir platform olarak kullanılmasını teşvik etmişlerdir.
Humm’un belirttiği üzere, ataerkil konuşmanın yapısını bozmayı amaçlayan bu üç eleştirmen, dil sistemlerinin aranıp bulunabilen ve bölünüp parçalarına ayrılabilen iç çelişkiler üzerine kurulu güç sistemleri olduklarına inandıklar için yapısökümcüdürler. Üçü de, dilin erkeklerin dünyayı kendilerine mal ettikleri merkezi mekanizma olduğu konusunda anlaşırlar.
Bu üç feminist edebiyat eleştirmeninin “écriture féminine” tekniğini benimsemiş olmalarının dışında, kanımca bir ortak noktaları daha vardır. Fransız dilinde eserler veren bu üç kadın da ‘safkan’ Fransız değillerdir. Frankofon olmalarına karşın, Fransızca’nın içine doğmamışlar, bir dili sonradan öğrenmenin yarattığı fırsatları değerlendirebilmişlerdir.
Fransızcayı sonradan öğrenen her öğrencinin kafasını kurcalayan belli başlı meseleler vardır. Bir erkek iki kadından oluşan üç kişilik bir topluluk neden erkeğin zamiriyle temsil edilir? Kitap ve gazete neden erilken, hayvanlar dişildir?
Bu sorular en çok bu tür bir yapıya sahip bir dili sonradan öğrenen bireylerin kafasını karıştırır. Hatta üç düşünür örneğinde gördüğümüz üzere, yer yer dadaizmi kullanarak, dili yap boza çevirebilirler.
Burada benim vardığım sonuç, kadın edebiyatını incelerken, yalnızca metinler üzerinden hareket etmekle kendimizi sınırlamamamız gerektiğidir. Bir metin cümlelerden, cümleler de kelimelerden meydana geliyor ise, kadın edebiyatını çalışma gayesinde olan bizler, kelimelerin yapısıyla da ilgilenmek zorundayız. Aksi halde anadili denen şeyin aslında hiç de anneye ait bir dil olmadığını ispatlamamız mümkün olmayacaktır.
Sonuç için düşünebileceklerimiz arasında, yeni bir dil ve hatta fallusu andıran tüm harflerden arındırılmış bir alfabe oluşturmak bile gündeme getirilebilir.
Belki Joyce’un Ulyses’ında sözünü ettiği Babil Kulesi mitini bile hatırlatabiliriz; en tepesinde tanrının yer aldığı bu kule inşa edilirken son derece eşitlikçi bir dağılım söz konusu. Fakat son tuğlanın konulmasıyla birlikte, herkes kendini yaratıcı olarak görmeye başlıyor. Tanrıyı kızdıran bu durum, kulenin yıkılması ile sonuçlanıyor. Kulenin yıkılması, ortak dilin yok olmasını, aynı dilin konuşulamaması da günümüzde eksikliğini çokça duyduğumuz birbirimizi anlayamama halini yaratarak, bitmek bilmez savaşlara ortam hazırlıyor.
Tarihin hangi döneminde olursa olsun, birbirimizi anlayamamaktan kaynaklanan bu sorun, kadın ile erkek arasında her zaman vardı. Herkesin birden fazla dil konuştuğu yirmi birinci yüzyıl ortamında dahi, aynı dili konuşan kadın ile erkek arasında süregelen çatışmanın kaynağının da bu dil sorunu olduğunu inkar edemeyiz.
Peki tüm bu bilgiler ışığında, kadınların yazmaya teşvik edilmesi nasıl sağlanabilir? Kadınların okuma ve yazma becerilerini geliştirebilmeleri için erken çocukluk döneminden itibaren eğitime erişimlerinin sağlanması önemlidir. Kadınlara eşit eğitim fırsatları sunulması, yazma ve ifade becerilerini güçlendirecek ve kendilerini ifade etmelerine yardımcı olacaktır. Kadınların yazmaya teşvik edilmesinde mentorluk programları ve destek ağları büyük önem taşır. Kadın yazarlardan, editörlerden veya akademisyenlerden oluşan mentorluk programları, kadın yazarlara rehberlik sağlayarak onların yeteneklerini geliştirmelerine ve eserlerini yayımlamalarına yardımcı olabilir. Kadınların yazma fırsatlarını artırmak için kadın odaklı edebiyat dergileri ve yayınevleri, kadın yazarlara eserlerini yayımlama imkanı sunarak görünürlüklerini ve seslerini duyurma şansını artırır. Yazma becerilerini geliştirmek ve yaratıcılıklarını keşfetmek için kadınlara yönelik eğitim programları ve atölyeler düzenlenebilir. Bu tür programlar, kadın yazarların yazma sürecindeki becerilerini ve özgüvenlerini artırabilir. Kadın yazarların hikayeleri ve başarıları, diğer kadınları yazmaya teşvik etmek için önemli bir araçtır. Bu durum, kadınlara yazma tutkularını keşfetmeleri ve sürdürmeleri konusunda ilham verebilir. Kadınların yazma ve ifade özgürlüğünü desteklemek için toplumsal farkındalık oluşturulması da son derece önemlidir. Stereotiplerle mücadele, cinsiyet eşitliği ve kadınların kendilerini ifade etme hakları konularında toplumsal tartışmaların ve değişimlerin teşvik edilmesi gerekir.
Yazarları, yazdıkları eserlerden ayrıştırarak, onları eğitim düzeyleri ve sosyal statüleriyle değerlendirmeye çalışmaktaki amacımı, sonuç kısmında tekrar açıklamam gerekebilir. Makalemin yazılış amacı, bazı kadınların yazma şansı bulup da iyi edebiyat eserleri sunabilmişken, bazılarının ise yazma şansı bile edinememiş olmasını sorgulamaktı. Yazarın edebiyattaki başarısı ile eğitim düzeyinin ve soysal statüsünün doğrudan bağlı olduğunu açıklamaya çalıştım. Fakat, gerekçesi ne olursa olsun, orada bir yerlerde yazamayan kadınlar hala var. Dolayısı ile kamusala, kendi yaşam pratiğini aktaramayan kadınlar var. İster temel eğitim hakkı üzerinden, isterse yeni bir alfabe ile yeni bir dil oluşturmak amacındaki ütopyalar üzerinden, sorunun eğitim sisteminin güçlendirilmesi, öğretmenlerin yetiştirilmesi, okulların iyileştirilmesi ve öğrencilerin öğrenme çıktılarının yükseltilmesi gibi önemli adımlar atılarak çözüme ulaşması ve yazamayan kadının edebiyata bir an evvel dahil olması gereklidir.
Kadınlar tarafından yazılmış iyi kitaplar okumak istiyorsanız, kız çocuklarının iyi eğitim almalarını sağlayın!
YAZAR HAKKINDA
1987 yılında Ankara’da doğan Abdulhalim Karaosmanoğlu, lisans eğitimini Kıbrıs’ta Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamlamış, ardından Mekteb-i Mülkiye’de Toplumsal Cinsiyet Yüksek Lisansı yaparak, feminist uluslararası ilişkiler konulu teziyle mezun olmuştur.
Eğitim hayatı süresince asistan olarak görev alırken, mezun olduktan sonra da STK’larda koordinatörlük yapmış, sanat galerilerine danışmanlık vermiştir.
2019 yılından beri Bahar Dergi’nin ve Aryen Yayınları’nın editörüdür. İlgi alanları olan siyaset felsefesi, toplumsal cinsiyet ve sanat konularında hem hakemli dergilerde hem de popüler yayınlarda makaleler yazmakta ve çeviriler yapmaktadır.